23 Kasım 2011 Çarşamba

Deli...


Bilmem ki derin uykunun kaçıncı durağındasın
Belki en sevdiğin rüyanın kucağındasın
Oysa
Güneş kovalarken ben gecenin çalılıklarında
Bir balık çırpınıyor göğsümde
Bir yırtık hüzün üstümde
Hırsızı oluyorum gecelerinin
Zaten şair dediğinde hırsız değil midir
En derinde, sevişmelerin gergefinde
Cenin öldüren aşk hecelerinin…


Bilmem ki derin uykunun kaçıncı durağındasın
Belki sevdiğin adamın kucağındasın
Ben güneşi asıyorum
Gök yüzsüz
Gece masal büyütüyor perileriyle
Bir Kızılderili filmindeki
Soluk benizli kadar senliyim
Ben ne şairim ne aşık
Ben sadece gününü ağartacak olan deliyim…

Tacir Şair


Ben şairim
Günlerimi hecelerle
Gecelerimi beyitlerle  değiştiririm
Yani ben tacirim
Tacir şairim...

26 Ekim 2011 Çarşamba

MİMİKLER!

Yeşil bir su içinde çırpınan, olabildiğince radyasyona maruz kalmış bir balık gibi kalbim… Sadece sevmekle  sevgili  olunmuyor. 
Kendi hayatıma figüran bile olamıyorum D!
Oyuncular onlar… Ben oyun oynayamayacak kadar realist miyim? İsa’yı çarmıha geriyorlar, oyuncular onlar;  İsa’nın derisi ne kadar gerilebilirse o kadar gerginim.
Kendi hayatıma figüran bile olamıyorum D!
Sabah evden çıkarken okuduğum dua, hangi kutsal kitaba girse putsal muameleler görecekmiş gibi hissediyorum. Rimbaud şiirlerinin kamera arkası yok.  Çatal başlı bir ihanet oturuyor omzumda.  Ah! Ne kadar yorgunum D.  Bir yetmişlik onursuzluk aç masamıza bu akşam, duble duble çarpıtalım masalları. Kırmızı başlıklı kıza tecavüz edilsin, uyuyan güzel uyansın ama yataktan çıkmaya üşensin,  beyaz atlı prensin işi çıksın…
Zaman ne kadar yavaş akıyor, yine kendime gelmeyi  unuttum.  Beynimin sağ lobuna bu günlük izin verdim, sevgilisiyle buluşacak, başka uzuvlarım homurdanıyor… Kıskanıyorlar mı? Kendi bedenime bile yönetici olamıyorum D! Oysa hep beden  eğitimi öğretmeni olmak isterdim. Saçma!
Bence ben yazmamalıyım, herkesin sağlığı için, bence edebiyatçılar birliği önce beni üye yapıp sonra aforoz etmeliler. Bu gün yine birkaç kelimeyi ayinde heder ettim, ailelerine haber etmeli. Benim bir ailem var mı D, yoksa benim ailem sen misin?  Hissetmeden  bilemem  galiba. Sana ailelik teklif etsem kabul eder misin D?
Bence ben yazmamalıyım, herkesin sağlığı için…
Uykumun ortasında beni iki kat fazla uyutacak bir ses duydum. Yattım baktım. Kiramen ve Katibin. Günahlarım ve sevaplarım arasında anlaşmazlık çıkmış olmalı. Onlar sorununu çözene kadar uyanamadım. Uyandığımda yastığım çalınmıştı; insanın cinsel organıyla kafasının aynı hizada olması tehlikeli bir durum. Kalkıp ilk ses kaydımı yaptım, sanırım ağzımdan boşaldım…
Yıllarca düşünüp cevap bulamadığım sorularım, çözüm bulmadığım  sorunlarım var benim.  Herkes gibi olmayı kim ister ki? Kolumu normal insanların yapamayacağı şekilde tersinden “V” yapabiliyorum. Bence ben bir süper kahramanım. Ama yıllarca cevap bulamadığım sorularım, çözüm bulamadığım sorunlarım var benim! Matematik okumaya karar verdim, sorunlarımın çözülebileceğini ispatlamalıyım…
Kendi hayatımın cast seçimlerine katılmalıyım, başrolü alamasam da en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülüne aday olmalıyım. Beni anlıyor musun D, kobay değil aday olmalıyım! 

2 Eylül 2011 Cuma

İzmir'de yaşamak...


İzmir’de yaşamak
Yokuş çıkmaya benzer
İzmir’de
Faytonla…


Eskici Ahmet iki çocuk babasıdır
Şu dünyada bir araya getiremediği tek şey
Şu iki yakasdır…
İzmir’i en çok yaşayan adamdır eskici Ahmet
Her sokağına girmiş
Ve bazılarından çıkamamıştır…

Daha yokuşun başında başlar  yokuşun hikayesi
Köşe başına oturmuş İhsan Amca
İskemlesi küçük, eski
Elinde ta babadan kalma tespihi
Gereğince uykusuz
Ve gereğince düşünceli
Bizim oğlan, kız, torun torba
Acaba bu bayram gelir mi ki?

Eskicinin sesinde ihsan amcanın kederi…
Bağırıyor eskici
“eskiler alırım, eskiler alırım”
İhsan amca iskemlesinin üstünde
Mırıldanıyor  sessizce
“Beni de alıversene eskici
Ne dersin
Ben de yeterince eskimedim mi?”

İzmir’de yaşamak
Halı çırpmaya benzer
İzmir’de
Balkonda…

Halıdan dökülen tozlarla birlikte kadın hayalleri…
Tüm gücüyle dövüyor halıyı
Her darbede canı yanan kadermiş gibi
“nerden evlendim şu herifle
Varsaydım vardiya mühendisine…”
Halıdan dökülen tozlarla birlikte kadın hayalleri…
“ neyse yemeği ateşe vermeli
Birazdan gelir evimin eri”


İzmir’de yaşamak
Gün saymaya benzer
İzmir’de
Mahpusta…


Görüş gününe 3 gün kala
Mahpus sohbeti

Görüş gününe iki gün kala
Gardiyan köteği

Görüş gününe bir gün kala
Sara nöbeti…

Görüş gününde mahpus Mustafa
Açık görüş salonunda
Düşünceli
“Allah Allah neden gelmediler ki
Bir iş mi var Başlarında”


 İzmir’de yaşamak
Şiir yazmaya benzer
Buca’da
Bir öğrenci evinde…


7 Haziran 2011 Salı

Çemberin içinde veya dışında olmak.... İşte bütün mesele bu...

       Daire şeklinde bir masa etrafında n kişi kaç değişik biçimde oturabilir? Ezberden söylersek: (n-1)! .Peki bu neden böyledir? Çemberde herhangi bir başlangıç noktası yoktur da ondan.Çemberin herhangi bir noktasını başlangıç noktası kabul ederiz ve bir kişiyi oraya oturturuz.Oysa son kişi, yani çemberin son noktası da kabul etsek sonuç değişmeyecekti. Buradan hareketle çemberin sonsuz noktalarından her biririnin içerisinde sonu ve bailangıcı taşıdığı sonucuna varabiliririz ki bu sana ve bana çok benziyor. Her gün hayatımızdaki bir nokta, son değil elbette geri kalan hayatımızın başlangıcı sadece... Sen benim çemberimdeki her noktada olacaksın, söylemiştim sana bir beyaz ten kokusu ile başladım dönüşe, sonsuza kadar yönü hep sana olacak bir dönüşe....

Bir beyaz ten kokusuyla başlıyorum dönüşe
Görünüşe göre çetin bir yol ya
Sonunda aynı beyaz ten ile olunca vuslat
Ve masallar dinlendirince
Dillendirince aşkı sabah yeliyle
Mahal yok ah vah etmeye
Beyaz tenin kokusuyla dönüş
Kurtuluş
Kendimden kendime...

Kapıda bir çocuk
İnatçı epey
Bir gösteriyor yüzünü
Bir saklanıyor
Fırtınalara gözkapakları siper
Hey Allah'ım
Cinsini sevdiğim cinsine çeker
Çocuğun saçlarının kıvrımında dönüyorum bir beyaz tene
Beyazla siyahı eritebilince aynı kapta sabah
Kim nasıl kim iyi kim beter kime ne
Dönüş hep ona hep o beyaz tene
Belki gelinlik belki kefen
Dönüş sana
Dönüş hep o beyaz tene...

4 Nisan 2011 Pazartesi

ela'ya...

Yaşamak tadında birşey olsa gerek seni sevmek
Seni sevmek yaşamak tadında birşey olsa gerek
Avluda dururken yaşanılmamış geçmişler
Üstlenilmemiş roller
Ve senaryosuz oynuyoruz hayatı
Başrolde aşk
Ben bir figüran
Ve tek bir kural isteksizce konulan
"Burda zamir yok, kendinden başkasını sevemez insan"
İnadına muhalefet ol diyordu bir dostum
Zaten muhalafetim isteyerek veya istemeyerek
Çünkü biliyorum artık
Yaşamak tadında birşey seni sevmek...

8 Mart 2011 Salı

8 MART...

Yine bir 8 mart yaklaşırken, ortalıkta koca koca puntolarla “Kadına Şiddete Son” naraları atılırken bu sene de yine es geçilen bir noktaya değinmek istiyorum. Toplum denilen olgunun gerçek muhtevası içinde acaba sadece kadına mı şiddet var?
Sosyolojik açıdan bakıldığında toplum denilen olgu, içerisinde kadın ve erkeklerin toplamından daha fazla şeyi barındırıyor. Gelenek ve görenekler, hayata bakış açısı, kan davaları, kadının ve erkeğin ayrı ayrı topluluk içerisindeki yeri ve hatta hatta yeme-içme alışkanlıklarına kadar birçok şey  kolayca “toplum” deyip geçiverdiğimiz bu koskoca deryanın bir bölümü. Binlerce yılın biriktirdikleri bu gün sırtımızda öyle bir kambur oluşturdu ki altından kalkmak için onu sadece kabul edip kolay yolu seçiyoruz çoğu zaman.peki ya kabullenmezsek?
Kadını eş(karı), bulaşık makinesi, çamaşır makinesi ve benzeri temizlik ve mutfak araçlarına dönüştüren toplum acaba erkeklere sadece koskocaman bir krallık mı vaad ediyor? Evet belki bir kral kisvesi giydiriyor kadın karşısında belki ama o elbisenin içerisinde erkek ne alemde?

Seneler önce kaleme aldığım bir şiir geliyor aklıma:

“Dört yapraklı yoncaya öykünürsün ara ara
Dört bucağı diken sarmaşıklar tarafından sarılırsın
Sana kalan kanamakken
Beyaz bir ten kanatları altına alır seni
Şaşırırsın…
Sevinmeye başlar ellerin
Isınır giderek kış
Kat kat aynı ten tarafından daha çok sarılırsın
Daha çok, daha çok, daha çok…
O tenin içinde kımıldayamaz sıkışıp kalırsın
Dikene öykünürsün
Yine şaşırırsın…”
Bu ülkede kadın olmaktan daha zor şey erkek olmak. Her zaman hazır olacaksın, her zaman güçlü olacaksın, erkekliğini her durumda göstereceksin. Erkek olacaksın ki sevdiğiyle evlenmek isteyen öz kardeşini öldüreceksin. Erkek olacaksın ki askere gidip insan öldüreceksin. Erkek olacaksın ki akşam işten geldiğinde sana kendisini sunmayan karını öldüresiye döveceksin. Erkek olacaksın ki kadınları eve kapatacaksın, aşağılayacaksın, yok sayacaksın.
                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                            .            Üniversite  yıllarımda kız arkadaşından ayrılan bir arkadaşım hüngür hüngür ağlarken ona “Kardeşim sus, erkekler ağlamaz.” demekten başka bir şey bulamadığım zaman kafama dank etti. Biz daha doğmadan sıfatlarımız, sınırlarımız çizilmiş durumda. Çocuk daha anne karnındayken cinsiyetin öğrenilmesiyle hazırlanmaya başlanan mavi ya da pembe çocuk odası(erkek çocuğa mavi, kız çocuğa pembe) ileride nasıl bir kişiliğe sahip olmak zorunda kalacağımızın ilk tohumlarını atmaya başlıyor.
Bu durum o kadar içimize işlemiş ki o kadar içselleştirmişiz ki farkında bile değiliz. Sanki olması gereken zaten buymuş gibi.
Erkeğe yüklenen “baba” rolünün biyolojik bir olgu olmaktan çıkması ile eve para getirmesi, evin dışarı işleriyle ilgilenmesi, evin reisi olması, son sözü söylemeye kadir tek aile ferdi olmasına kadar birçok şey erkeğin sırtına yükleniyor. Ya bunları istemiyorsam, reddediyorsam? İşte o zaman başlıyor saldırılar. Öncelikle erkekliğiniz sorgulanmaya başlıyor, sonra başkalaştırmalar… Değişik adlarla anılıyorsunuz, dışlanıyorsunuz normal olmadığınız için. Bu “normal” kelimesinin anlamını bilseydi keşke herkes. Toplumun normlarına uygun olmadığı için ucube olarak görülen herkes için diliyorum bunu. Sadece  önceki emsallerinin yaşadığı biçimde yaşamak istemediği için “anormal” olarak adlandırılan herkes için…
8 Mart’ın hatrına “yazsınlar üç satır üstüne haykıran puntolarla” “sadece kadına değil toplumsal cinsiyet farkından kaynaklanan her türlü şiddete son…”

                                                                                                           

Umuda Yolculuk

Sen oradasın işte, yazılmamış bir şiir gibi
Kelime aralarında tuzaklar, anlamında mazi ve âti gizli
Her soluksuz düşün sabahında filmini izleyip
Hep figüran kaldığım sevgili
Seni sevmekle başlar maestro
Hep seninle yaşayacak bu adsız senfoni....

6 Mart 2011 Pazar

sıfır şiir

Leyla'yı çölde aramak beyhude, boş
Sarhoş misali rakı şişesinde yaşamakta hayat
Bayat günler kalmış senaristin elinde
Sahnede küller var ömrümün başrolünde

Başrolde siyah renk elinde tüm kozlar
Buzlar içinde kalmış ömrüm nafile sızlar
Kızlar, erkekler boşuna kanmış gülüşüne aşkın
Şaşkın bakışlarım var sürüklüyor beni bu taşkın

Baskın yemiş uykusunda çocuksu gece oyunları
Boyunlarından asılmış çarmıhta durur oyuncaklar
Oyunlar bitmiş başlamakta "gerçek" cehennemi
Neden mi büyüyorum ne arıyorsun sebep mi?
Misafir ol da bak dününe
Kerhaneymiş diyorlar "barby"nin akıbeti...