15 Eylül 2012 Cumartesi

Sınırlarda / Sınırlarla Yaşamak


Pencereden baktığında görmeyi umduğun manzarayı çiz…

Kaç gündür yok başka düşünce aklımın koridorlarında. Ağaçların bile yetişirken iki kere düşündüğü bi coğrafyaya öğrenci yetiştirmek için kalktım geldim binlerce kilometre. Daha kaymakamlığın kapısından girerken çantalarımın, üzerimin didik didik aranmasıyla başladı hikayem.

                Daha birkaç gün önce  gitmenin kalmaktan daha kolay olduğu üzerine kurduğum cümlelerin hepsi anlamını yitirdi birden. Birilerini, bir şeyleri bir yerlerde bırakmak çok koydu bu sefer . Kafanın içindeki onca soruya rağmen önüne değil  de geriye baktığın zamanların da mı yaşanması gerekiyormuş? Belki de…  Fakat hayattan almam gereken derslerin hepsini genç yaşta mı almalıyım; bu kadar çok gidişi,  bu kadar çok özlemi, bu kadar çok eziyeti  erkenden yaşayıp erkenden mi olgunlaşmalıyım, hemen mi büyümeliyim?

Hayat kızgın boğa, ben kırmızı pelerin…

                Yine başa döndü bu dünya… On dokuz senedir okullardan uzak kalmadım. Okullardan uzak kalmamak için hep bir şeylerden uzak kaldım. Seçimlerime küfretmiyorum ama  bahtımın neden bu kadar  karşımda olduğuna da şaşarak bakıyorum. Özenmek ve özlemek his dünyamın  en özlü, en köklü kahramanları oldu yıllardır. Hayatımın seyrini değiştirecek hamleler, satranç tahtamın atmış dört karesine girmiyor bir türlü, sınırlarla yaşıyorum…

                Belli bir saatten sonra sokağa çıkmanın tehlikeli olduğu bir yerde yapabileceğiniz çok da bir şey yok.  Sürekli dört duvar arasında kalmanın lehinize olduğu düşüncesi  burada bir müddet yaşamış herkesin zihnine yerleşmiş durumda. Dışarıda kalabileceğiniz zamanlar sınırlı, dışarıda kalabileceğiniz yerler sınırlı… Sınırlarla yaşamaya mecbur kalmış birisi için biçilmiş kaftan…

                İran sınırına otuz kilometre kadar uzağım, biraz da sınırlarda sınırlarla yaşayalım, hayırlısı…