Pencereden baktığında görmeyi umduğun manzarayı çiz…
Kaç gündür yok başka düşünce aklımın
koridorlarında. Ağaçların bile yetişirken iki kere düşündüğü bi coğrafyaya
öğrenci yetiştirmek için kalktım geldim binlerce kilometre. Daha kaymakamlığın
kapısından girerken çantalarımın, üzerimin didik didik aranmasıyla başladı
hikayem.
Daha
birkaç gün önce gitmenin kalmaktan daha
kolay olduğu üzerine kurduğum cümlelerin hepsi anlamını yitirdi birden.
Birilerini, bir şeyleri bir yerlerde bırakmak çok koydu bu sefer . Kafanın
içindeki onca soruya rağmen önüne değil
de geriye baktığın zamanların da mı yaşanması gerekiyormuş? Belki
de… Fakat hayattan almam gereken derslerin
hepsini genç yaşta mı almalıyım; bu kadar çok gidişi, bu kadar çok özlemi, bu kadar çok eziyeti erkenden yaşayıp erkenden mi olgunlaşmalıyım,
hemen mi büyümeliyim?
Hayat kızgın boğa, ben kırmızı
pelerin…
Yine
başa döndü bu dünya… On dokuz senedir okullardan uzak kalmadım. Okullardan uzak
kalmamak için hep bir şeylerden uzak kaldım. Seçimlerime küfretmiyorum ama bahtımın neden bu kadar karşımda olduğuna da şaşarak bakıyorum. Özenmek
ve özlemek his dünyamın en özlü, en
köklü kahramanları oldu yıllardır. Hayatımın seyrini değiştirecek hamleler,
satranç tahtamın atmış dört karesine girmiyor bir türlü, sınırlarla yaşıyorum…
Belli
bir saatten sonra sokağa çıkmanın tehlikeli olduğu bir yerde yapabileceğiniz
çok da bir şey yok. Sürekli dört duvar
arasında kalmanın lehinize olduğu düşüncesi
burada bir müddet yaşamış herkesin zihnine yerleşmiş durumda. Dışarıda
kalabileceğiniz zamanlar sınırlı, dışarıda kalabileceğiniz yerler sınırlı…
Sınırlarla yaşamaya mecbur kalmış birisi için biçilmiş kaftan…
İran
sınırına otuz kilometre kadar uzağım, biraz da sınırlarda sınırlarla yaşayalım,
hayırlısı…